Afganistan…
Hayatımda ilk kez adım attım bu topraklara.
Bu bayram yolum yine yeryüzünün en kırılgan coğrafyalarından birine düştü.
İçimde evime gidiyormuşum gibi garip bir yükle çıkıyorum yola; sanki her defasında kalbimin bir parçasını orada bırakıp dönecekmiş gibi. Bir yanım görev bilinciyle dolu, bir yanım orada duyacaklarımı, göreceklerimi, yaşayacaklarımı kaldırabilecek miyim diye korkuyor. İsmine yıllardır aşina olduğum, haberlerden dinlediğim, kitaplardan okuduğum o coğrafyaya...
Ama hiçbir anlatım, bu topraklara ayak bastığım andaki duygumu tarif edemezmiş. Ama hiçbir kelime, hiçbir fotoğraf, hiçbir istatistik bana burada gördüğüm gerçeğin ağırlığını anlatamadı.
İlk adımı attığımda içimde tuhaf bir sarsıntı vardı.
Bilinmeze yürüyordum sanki.
Her şeyin zor, her şeyin eksik, her şeyin ağır olduğu bir coğrafyada, hangi acıya şahit olacağımı bilmeden yürüdüm.
Afganistan sadece savaşın değil; sessiz ama derin acıların da coğrafyasıymış. Bunu ilk kez kendi gözümle gördüm.
Ama biliyorum ki; bizim varlığımız orada bir umut demek, bir nefes Bu topraklar, sadece savaşın değil, suskun acıların da coğrafyası.
Kurban Operasyonu ve Gönüllü Sağlık Ekipleri (GSE) çalışmaları için çıktık yola. Her seferinde olduğu gibi, valizimizde sadece ilaçlar, ekipmanlar değil; aynı zamanda sorumluluk duygusu, merhamet ve biraz da tarifsiz bir hüzün vardı.
Ah Afganistan... Sokakları tozlu, bakışları derin, hikayeleri uzun bir ülke. Ekonomik zorlukların, sağlık sistemindeki eksikliklerin, eğitimden uzak kalmış çocukların ülkesi. Ancak her köşesinde sizi saran bir misafirperverlik, içten bir tebessüm ve "iyi ki geldiniz" diyen gözler var.
AFGANİSTAN’IN DERİN KRİZİ
Afganistan bugün, onlarca yıllık savaşın, işgallerin, iç çatışmaların, ekonomik yaptırımların ve siyasi istikrarsızlıkların enkazı altında.
Yönetim değişiminden bu yana insani durum giderek ağırlaştı. Ülkenin her köşesi; açlık, yoksulluk ve çaresizlikle boğuşuyor.
- Nüfus: 42 milyon
- Yoksulluk oranı: %97
- İşsizlik: %80'e yakın
- Gıda güvensizliği: 23.7 milyon insan akut gıda sıkıntısı içinde.
- Malnütrisyon
- 5 yaş altı 875 bin çocuk ağır akut yetersiz beslenme riski altında.
- Günde ortalama 2-3 çocuk açlık ve enfeksiyon nedeniyle hayatını kaybediyor.
Sağlık sistemi çökmüş durumda:
Sağlık merkezlerinin %40’ı kapanmış ya da işlevsiz.
Her 6.000 kişiye 1 doktor düşüyor.
Su ve altyapı:
- Halkın %33’ü temiz suya ulaşamıyor.
- Elektrik çoğu köy ve bölgede hiç yok.
Eğitim:
- 3.5 milyon çocuk okula gidemiyor.
- Kız çocukları için eğitim büyük oranda durmuş durumda.
Ancak bu rakamlar, sahada yüzlerine baktığınız o insanların hikâyeleri yanında sessizleşiyor.
Bazı bölgelerde insanlar 50 kilometre uzaktaki bir sağlık merkezine gitmek için günlerce yürümek zorunda kalıyor.
KABİL YOKLUĞUN HÜZÜNLÜ SAKİNLİĞİ
Saha çalışmalarımızın ilk durağı başkent Kabil oldu.
İlk kez geldiğim bu şehirde düşündüğümden farklı bir tabloyla karşılaştım.
Konakladığımız yer sade, temiz ve güvenliydi.
Elektrik ve internet kısıtlı olsa da çoğu zaman vardı. Su zaman zaman aksasa da temel ihtiyaçlarımızı karşılayabiliyorduk.
Geceleri şehir sessizdi. Geceleri gökyüzüne baktığımda yıldızlar adeta üzerimize eğiliyordu.
O dağların ortasında durup, geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan bu toprakların yükünü düşünmeden edemiyordum.
Patlama sesleri, çatışma gürültüsü yoktu; aksine etrafı çevreleyen dağlar ve yıldızların altında derin bir sessizlik hakimdi.
Kabil’in doğası, insanı düşündüren bir huzur taşıyordu.
Gündüzleri ise şehir başka bir gerçeklik sunuyordu.
Sokaklarda insanlar geçim derdinde.
Market rafları yüksek fiyatlarla dolu, eczanelerde ilaç neredeyse bulunamıyor.
İşsizlik, yoksulluk ve gelecek kaygısı hemen her konuşmanın içinde yankılanıyordu. Ama asıl yokluk ve çaresizlik, Kabil’i geride bırakıp dağların ardına geçtiğimizde kendini tüm çıplaklığıyla gösterdi.
PERWAN KÖYÜNDE BİR GÜN
Bu yıl saha çalışmalarımız sırasında yolumuz başkentten uzak, dağların arasına sıkışmış Perwan isimli küçük bir köye düştü.
Kerpiç evlerde, tek göz odalı evlerde insanlar hayatlarını sürdürüyor.
Çocuklar çoğu zaman çıplak ayakla geziyor.
Yiyecek bulmak kolay değil. Burası öyle bir yer ki; elektrik yok, su kuyuları neredeyse kurumuş, yollar neredeyse yürüyerek bile zor geçilecek halde. İnsanlar toprak damlı, tek göz odalı evlerde yaşıyor.
Burada çocukların çoğu çıplak ayakla geziyor. Sabah kalktıklarında karınlarını doyurabilecekleri bir lokma bile bazen yok. Malnütrisyon o kadar yaygın ki; neredeyse her annenin kucağında zayıflıktan kemikleri sayılan bir çocuk var.
BİR ANNENİN GÖZYAŞLARI
Perwan’da tanıştığım bir annenin sözleri hâlâ yüreğimde yankılanıyor: "Altı yıldır anne olamıyorum. Allah’a dua ediyorum ama her gün daha da ümitsizleşiyorum. Burada ne ilaç var, ne doktor. Komşularım çocuklarını toprağa veriyor. Artık ben de dua etmeye korkuyorum."
O kadının ellerini tuttuğumda elleri titretiyordu. Gözlerinden akan yaş, anlatmaya kelimenin yetmediği acılardandı.
Burada insanlar artık dua ederken bile ürküyor; çünkü çoğu duasının cevabını alamıyor.
KURBAN VE UMUT
Bayram sabahı, bağışçılarımızın emanetleriyle kesim yaptık.
Hayvanlar sağlık kontrollerinden geçirildi, hijyenik ve İslami usullere uygun şekilde kesildi.
Kurban etleri; belki de bu yıl boyunca ağızlarına et girmemiş ailelerin sofralarına ulaştı.
Ama biliyorum ki; biz sadece et değil, biraz umut, biraz yalnız olmadıklarını hissettirme duygusu götürdük.
Gözlerinde "unutulmadık" diyen o sessiz bakış, yapılan her şeyin karşılığıydı.
TALİBAN’IN GÖLGESİNDE HAYAT
Afganistan bugün Taliban yönetimi altında.
Kabil’de ve kırsalda dolaşırken silah sesleri ya da çatışma ortamı görmedim.
Ama yönetimin ağırlığını her köşede hissetmek mümkündü.
İnsanlar politik konuşmalardan uzak duruyor, günlük hayatlarını sessizce sürdürüyorlardı.
Birçok alanda kurallar sıkı.
Özellikle kadınlar ve genç kızlar için eğitim ve çalışma hayatı oldukça kısıtlı.
Her şey sakin görünse de, bu sakinliğin altında bir belirsizlik ve çekinme hissi vardı.
Hayat, alışılmış bir kabullenişle devam ediyordu.
DÖNERKEN KALBİMİN BİR YANI ORADA KALDI
Yol Arkadaşlarımız
Bu süreçte bize destek olan Humanitarian Assistance Society (HAS) ekibi her adımda yanımızdaydı.
Saha organizasyonunda, lojistikte, yerel rehberlikte ve iletişimde büyük emek verdiler.
Onların tecrübeleriyle işlerimiz kolaylaştı.
Ve artık ayrılma zamanı gelmişti. Havalimanında gözyaşlarıma hakim olamadım.
Gitmek istemedim. Çünkü biz dönerken, onlar aynı yoksullukla, aynı açlıkla, aynı çaresizlikle baş başa kalıyor.
Uçağa binmek için havalimanına giderken içimde tarif edemediğim bir boşluk vardı.
Gitmek istemiyordum.
Ayaklarım geri geri gidiyordu.
Sanki doğup büyüdüğüm, yıllardır yaşadığım evimden ayrılıyordum.
Oysa burada geçirdiğim zaman çok kısa, sadece birkaç gündü.
Ama bu kısa süre içinde o kadar derin bağ kurmuştum ki…
İnsanların samimiyeti, çocukların gözlerindeki masumiyet, annelerin sabrı, dağların etrafımızı saran o dingin sessizliği…
Her şey bana burada bir aidiyet duygusu hissettirmişti.
Afganistan artık sadece bir ülke adı değil; kalbimde yer edinen bir yurt gibi olmuştu.
Biz birkaç gün kalıp dönüyorduk.
Ama onlar her gün aynı şartlarda yaşamaya devam ediyordu.
Elektrik yine yoktu, su yine sınırlıydı, sağlık sorunları devam ediyordu.
Ama bütün yoklukların arasında, güçlü bir sabır ve tevekkülle hayat sürüyordu.
Afganistan’dan bir bayram daha geçti.
Ama orada bıraktığım gözyaşlarım hâlâ toprağın kokusuna karışıp, sessiz çığlıkların arasında bekliyor.
Uçak havalandığında camdan dışarı bakarken şunu hissettim:
Bedenim ayrılıyordu belki, ama kalbimin bir parçası orada, o dağların arasında kaldı.
Çünkü Afganistan sadece savaşın değil, sessiz acının ülkesidir.