Dünya tuhaftır; bazen bir insanın hayat hikâyesini okursunuz,
hiçbir yanlışlık bulamazsınız…
Ama tam da bu yüzden bir şey size huzursuzluk verir.
İnsanların çoğu, kusursuzluktan ziyade tutarlılık arar.
Tutarlılığın içinde bazen hata, bazen tökezleme, bazen de yara izi vardır.
Hayat bunu gerektirir.
Fakat bazı hayat hikâyeleri vardır ki,
satırları öyle düzgün, çizgileri öyle keskin, geçişleri öyle kusursuzdur ki
bir noktadan sonra insana şunu düşündürür:
“Bu kadar düzenli yürüyen bir yol, gerçekten doğal mıdır?”
Kusursuzluğun Karanlık Tarafı
Bir insanın özgeçmişi bazen parlak değil, fazla parlak olur.
Fazla düzenli.
Fazla planlı.
Çoğumuz biliriz ki gerçek hayat böyle akmaz.
Hayat; çamur, darbe, ter, hesap, yanılma, kabulleniş ve yeniden doğuşla ilerler.
Oysa bazı kariyer çizgileri:
-
Basamak atlayarak ilerler,
-
Sınavları hiç görünmez,
-
İtirazları hiç duyulmaz,
-
Sessizlikleri hiç sorgulanmaz,
-
Önlerindeki engeller sanki görünmez bir el tarafından tek tek çekilmiş gibidir.
Bu, kişinin kötü olduğunu göstermez.
Ama toplum dediğimiz büyük organizmanın zihninde
“fazla düzgüne ihtiyatlı yaklaşma refleksi” oluşturur.
Çünkü insan doğası bilir ki:
Mükemmel hikâyeler ya masallarda olur…
Ya da masalı yazan birileri varsa.
Boşluklar Her Zaman Karanlık Değildir, Ama Her Boşluk Bir Soru Sorar
Bazı hayatlarda eksik satırlar vardır;
gizli değil, sadece açıklanmamış.
Bu satırlar bazen seyahatlerdir,
bazen görevlerdir,
bazen ilişkilerdir,
bazen de sessizliklerdir.
Ve işin paradoksu şudur:
Bazen insanı rahatsız eden şey eksik bilgi değil,
fazla düzgün bilgidir.
Çünkü kusursuz çizilmiş bir resimde,
renkler gerçek değildir;
gölge yoktur.
Gölgesiz resim, dünyaya ait değildir.
Bir Çay Ocağında Başlayan Sohbet
Geçenlerde tecrübeli bir bürokratla ayaküstü çay içiyorduk.
Söz dönüp dolaşıp “yükselen yeni tip profillere” geldi.
Sordum:
— Bu hızlı yükselişler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gülümsedi, çay bardağının buğusunu eliyle sildi:
— Evlat, dedi, bu ülkede iki tip hikâye vardır: biri, hatalarıyla doğrularıyla insana benzeyen hikâyeler ve diğeri, tutulacak yer bulamadığın kadar steril hikâyeler. İnsan olanı okursun, anlarsın; hata vardır, bedel vardır ama fazla doğru görünenler… Onlar üzerinde düşünmen gerekir.
Bu cümlede bir ima yoktu.
Kimseye gönderme yoktu.
Sadece hayata dair eski bir bilgelik vardı.
Güven Sorusu
Toplumun zihnindeki asıl soru şudur:
“Biz kime güvenmeliyiz?”
Diploması parlak olana mı?
Kariyeri hızlı olana mı?
Sessiz ilerleyene mi?
Her şeyi doğru zamanda doğru yerde yapana mı?
Yoksa…
Bazen yanlış yapabilmiş,
bazen bedel ödemiş,
bazen risk almış,
bazen “hayır” diyebilmiş insanlara mı?
Güven, başarıyla değil;
karakterle ölçülür ve başarı sadece sonucu gösterir.
Karakter ise bedeli.
Bir Uzmanın Son Sözleri (Üzeri Çizilmiş Bir Öğüt Gibi)
Bu yazımı toparlarken, yılların deneyimine sahip bir büyüğümle konuşmuştum.
Sözün sonunda bana şöyle dedi:
“Evlat…
İçine bir sıkıntı veriyorsa, orada durma.
İç ses bazen belgeden, unvandan, başlıktan daha doğru söyler.”
Ben bu sözü not defterime şöyle yazdım:
“İçine sinmeyen şeyi, üstünü çizerek geç.”
Bazen aklın göremediğini, kalbin sezer.
Ve bazen toplumun sezgisi, bütün raporlardan daha tutarlıdır. Neden mi? Çünkü Türk Milleti feraset sahibi bir millettir...