Aslıhan Toksoy
Köşe Yazarı
Aslıhan Toksoy
 

Taklit Kültürü: Batı’nın Parıltısı Altında Kimliğimizi Kaybediyoruz

Parıltının Altındaki Yozlaşma Son yıllarda sosyal medyada hızla yayılan bir içerik türü var: Avrupa ve Amerika’da üretilen, çoğu zaman tartışmalı, hatta ahlaki sınırları zorlayan videoların birebir kopyaları. Örneğin ABD’de influencer’ların “lüks arabayla gelirken çekim” video klipleri, “şu markayı şu anda aldım” gösterileri büyük kitlelere ulaşabiliyor. Bu içerikler “Parası olmayan adam boş adamdır” ya da “4 milyon maaşın altına evlilik olmaz” gibi cümlelerle değilse bile; “ben lüks içindeyim, sen değilsin” mesajını veren görsel senaryolarla yayılıyor. Fakat bu içeriklerin en tehlikeli kısmı, yalnızca kullanılan kelimeler değil; zihinlerde oluşturduğu yeni normal. Batı’dan ithal edilen bu değer sistemi, artık sadece dizilerde ya da reklamlarda değil, telefon ekranlarımızda, parmak ucumuzda. Bizim toplumsal kodlarımızda “emek”, “kanaatkârlık” ve “helal kazanç” yüceltilirken, bu videolar “kolay para, statü, lüks” üçgenini hedef gösteriyor. Böylece, binlerce yıllık kültürel mirasın yerine “izlenme oranı kadar değerli olma” anlayışı yerleşiyor. Bu dönüşümün en belirgin örneklerinden biri Amerika’daki popüler kültürdür. “Keeping Up with the Kardashians” gibi reality şovlar, sıradan bir aile hikâyesini zenginlik ve ihtişam gösterisine çevirerek tüm dünyaya ihraç etti. Bu programlar, bir yaşam tarzından çok, bir değer ölçüsü sundu: “Ne kadar çok harcıyorsan, o kadar varsın.” Bugün TikTok ve Instagram’da milyonlarca takipçiye ulaşan “Rich Girl Aesthetic”, “Soft Life” ve “That Girl” akımları da aynı anlayışın yeni versiyonları. Bu trendlerde lüks markalar, estetik kahve bardakları ve kusursuz evler bir “başarı” simgesine dönüştürülüyor. Bu akımların birebir kopyaları, Türkiye’de de aynı isimlerle dolaşıyor; kültürel özgünlüğün yerini, ithal parıltı alıyor. Bir zamanlar insanın “iyi” olması erdemdi; şimdi “popüler” olması yetiyor. Bir zamanlar kadın-erkek ilişkileri “sadakat, vefa ve saygı” üzerine kuruluydu; şimdi “kim daha çok kazanıyor, kim daha çok dikkat çekiyor” yarışına dönüştü. Bu bir moda değil, bir zihin dönüşümüdür. Ve her dönüşüm, fark edilmediğinde bir kimlik kaybına yol açar. Sosyal Medyanın Görünmeyen Ahlakı Dijital mecralarda paylaşılan içerikler, artık toplumun aynası haline geldi. Ancak o aynada gördüğümüz yüz, giderek bize ait olmaktan çıkıyor. Batı’da ortaya çıkan bu “değer tersyüzü” içerikler, bizde de takip edilme hırsıyla çoğalıyor. Kimileri “eğlence” diyerek savunuyor, kimileri “özgürlük” diyerek normalleştiriyor. Oysa mesele, eğlenmek ya da özgür olmak değil — hangi değerleri eğlence haline getirdiğimiz. Sosyal medya artık bir kültür taşıyıcısı. Ve bu kültür, tüketimi, yüzeyselliği ve gösterişi kutsallaştırıyor. Bir genç kız, “Parası olmayanla ne işim olur?” dediğinde, belki sadece bir espri yaptığını sanıyor. Ama onu izleyen binlerce genç, o sözün altında şu mesajı alıyor: “İnsanın değeri cebindekidir.” Amerika’da yapılan araştırmalar, bu kültürel eğilimin bireylerin ruh sağlığı üzerinde ciddi etkiler yarattığını gösteriyor. Pew Research Center’ın 2024 raporuna göre, Amerikan gençlerinin neredeyse yarısı (%47), sosyal medyada gördükleri yaşam tarzlarının kendi ekonomik gerçekleriyle “büyük oranda çeliştiğini” söylüyor. Bu durum, “sosyal kıskançlık” (social comparison anxiety) olarak adlandırılan yeni bir psikolojik baskı türünü doğurdu. University of Pennsylvania’nın 2018 tarihli bir çalışması da, sosyal medyada geçirilen sürenin artışıyla birlikte “öz değer algısında düşüş” arasında doğrudan bir bağlantı bulunduğunu ortaya koydu. Yani Amerika, bize bir “hayal vitrini” sunarken; o vitrinin ardında mutsuz, yorgun ve kendini yetersiz hisseden bir nesil yetiştiriyor. Bu, toplumsal çürümenin en sessiz hâlidir. Çünkü kimse bunu ahlaksızlık olarak değil, “trend” olarak görüyor. Bir nesil, yavaş yavaş kendi kültürünün sesini kısmaya, başka toplumların kırıntılarını taklit etmeye başlıyor. Dilimiz değişiyor, davranışlarımız değişiyor, utanma duygusu bile “geri kalmışlık” gibi gösteriliyor. Oysa bizim medeniyetimizde insan, karakteriyle büyür, gösterişle değil. Bir insanın el emeğiyle kazandığı ekmek, milyonluk arabadan daha değerlidir. Ama bugünün dijital düzeninde, bu sade doğrular “izlenmiyor” diye görünmez kılınıyor. Kimliğini Korumak Bir Direniştir Toplumsal yozlaşma bir anda olmaz. Küçük bir espriden, masum görünen bir videodan, bir “trend”den başlar. Sonra yavaş yavaş, “normal” kabul edilir. Bugün “parası olmayan adam boş adamdır” diyene gülüp geçiyoruz; yarın, bu cümleye inanan bir toplum uyanıyoruz. Amerika’nın dijital ekonomisi bu dönüşümün en belirgin laboratuvarı hâline geldi. “Influencer economy” adı verilen sektör, Amerika’da artık yıllık 21 milyar dolarlık bir pazar. İnsanlar, üretmek ya da bir meslekte ustalaşmak yerine, “ürün tanıtarak zengin olma” hayaliyle yaşamlarını sanal bir vitrine dönüştürüyor. Tüketim, bir yaşam biçimi hâline gelirken; sade, üretken, kanaatkâr insan tipi “görünmez” oluyor. Aynı zamanda TikTok Shop ve Instagram Store gibi uygulamalar, sosyal medyayı sadece izlenme değil, alışveriş platformuna dönüştürdü. Kullanıcılar artık “bir izledim, bir tıkladım, bir satın aldım” döngüsüne hapsoluyor. Bu sistem, insana düşünme değil, tüketme refleksi kazandırıyor. Bu noktada sorumluluk yalnızca içerik üreticilerinde değil. İzleyen, beğenen, paylaşan herkesin elinde bir tuğla var. Ya bu duvara katkı sağlıyoruz, ya da duvarın yıkılmasına sessiz kalıyoruz. Bir toplumun inançları, ahlakı ve değerleri; sadece yasalarla değil, bireylerin tercihleriyle korunur. Kimliğini korumak, bugünün dünyasında bir direniş biçimidir. “Batı’nın parıltılı ambalajları”, içi boş bir taklit kültürü sunuyor. Bizimse kendi özümüzde bin yıllık bir irfan birikimi var. Bu yüzden soralım: Biz kime benzemeye çalışıyoruz? Ve neden kendimiz olmaktan utanıyoruz? Bu sorulara vereceğimiz cevap, gelecekte nasıl bir toplum olacağımızı belirleyecek. Bir gün çocuklarımızın ahlakı, YouTube trendlerinden değil, evlerimizdeki sohbetlerden beslensin istiyorsak; bu yozlaşmayı durdurmak, her birimizin görevi. Çünkü unutmayalım: Toplumun çöküşü, yanlışın alkışlandığı gün başlar. Ve bazen bir “beğeni”, bir değerin sonunu getirir.   Yazarın sosyal medya hesapları Instagram / aslihantoksoy Facebook / aslıhantoksoy Youtube / aslihantoksoy X / aslihantksy  
Ekleme Tarihi: 22 Ekim 2025 -Çarşamba
Aslıhan Toksoy

Taklit Kültürü: Batı’nın Parıltısı Altında Kimliğimizi Kaybediyoruz

Parıltının Altındaki Yozlaşma

Son yıllarda sosyal medyada hızla yayılan bir içerik türü var: Avrupa ve Amerika’da üretilen, çoğu zaman tartışmalı, hatta ahlaki sınırları zorlayan videoların birebir kopyaları. Örneğin ABD’de influencer’ların “lüks arabayla gelirken çekim” video klipleri, “şu markayı şu anda aldım” gösterileri büyük kitlelere ulaşabiliyor. Bu içerikler “Parası olmayan adam boş adamdır” ya da “4 milyon maaşın altına evlilik olmaz” gibi cümlelerle değilse bile; “ben lüks içindeyim, sen değilsin” mesajını veren görsel senaryolarla yayılıyor.
Fakat bu içeriklerin en tehlikeli kısmı, yalnızca kullanılan kelimeler değil; zihinlerde oluşturduğu yeni normal.

Batı’dan ithal edilen bu değer sistemi, artık sadece dizilerde ya da reklamlarda değil, telefon ekranlarımızda, parmak ucumuzda. Bizim toplumsal kodlarımızda “emek”, “kanaatkârlık” ve “helal kazanç” yüceltilirken, bu videolar “kolay para, statü, lüks” üçgenini hedef gösteriyor. Böylece, binlerce yıllık kültürel mirasın yerine “izlenme oranı kadar değerli olma” anlayışı yerleşiyor.

Bu dönüşümün en belirgin örneklerinden biri Amerika’daki popüler kültürdür. “Keeping Up with the Kardashians” gibi reality şovlar, sıradan bir aile hikâyesini zenginlik ve ihtişam gösterisine çevirerek tüm dünyaya ihraç etti. Bu programlar, bir yaşam tarzından çok, bir değer ölçüsü sundu: “Ne kadar çok harcıyorsan, o kadar varsın.”
Bugün TikTok ve Instagram’da milyonlarca takipçiye ulaşan “Rich Girl Aesthetic”, “Soft Life” ve “That Girl” akımları da aynı anlayışın yeni versiyonları. Bu trendlerde lüks markalar, estetik kahve bardakları ve kusursuz evler bir “başarı” simgesine dönüştürülüyor.
Bu akımların birebir kopyaları, Türkiye’de de aynı isimlerle dolaşıyor; kültürel özgünlüğün yerini, ithal parıltı alıyor.

Bir zamanlar insanın “iyi” olması erdemdi; şimdi “popüler” olması yetiyor.
Bir zamanlar kadın-erkek ilişkileri “sadakat, vefa ve saygı” üzerine kuruluydu; şimdi “kim daha çok kazanıyor, kim daha çok dikkat çekiyor” yarışına dönüştü.

Bu bir moda değil, bir zihin dönüşümüdür. Ve her dönüşüm, fark edilmediğinde bir kimlik kaybına yol açar.

Sosyal Medyanın Görünmeyen Ahlakı

Dijital mecralarda paylaşılan içerikler, artık toplumun aynası haline geldi. Ancak o aynada gördüğümüz yüz, giderek bize ait olmaktan çıkıyor.
Batı’da ortaya çıkan bu “değer tersyüzü” içerikler, bizde de takip edilme hırsıyla çoğalıyor. Kimileri “eğlence” diyerek savunuyor, kimileri “özgürlük” diyerek normalleştiriyor. Oysa mesele, eğlenmek ya da özgür olmak değil — hangi değerleri eğlence haline getirdiğimiz.

Sosyal medya artık bir kültür taşıyıcısı.
Ve bu kültür, tüketimi, yüzeyselliği ve gösterişi kutsallaştırıyor.
Bir genç kız, “Parası olmayanla ne işim olur?” dediğinde, belki sadece bir espri yaptığını sanıyor. Ama onu izleyen binlerce genç, o sözün altında şu mesajı alıyor:
“İnsanın değeri cebindekidir.”

Amerika’da yapılan araştırmalar, bu kültürel eğilimin bireylerin ruh sağlığı üzerinde ciddi etkiler yarattığını gösteriyor. Pew Research Center’ın 2024 raporuna göre, Amerikan gençlerinin neredeyse yarısı (%47), sosyal medyada gördükleri yaşam tarzlarının kendi ekonomik gerçekleriyle “büyük oranda çeliştiğini” söylüyor. Bu durum, “sosyal kıskançlık” (social comparison anxiety) olarak adlandırılan yeni bir psikolojik baskı türünü doğurdu.
University of Pennsylvania’nın 2018 tarihli bir çalışması da, sosyal medyada geçirilen sürenin artışıyla birlikte “öz değer algısında düşüş” arasında doğrudan bir bağlantı bulunduğunu ortaya koydu.
Yani Amerika, bize bir “hayal vitrini” sunarken; o vitrinin ardında mutsuz, yorgun ve kendini yetersiz hisseden bir nesil yetiştiriyor.

Bu, toplumsal çürümenin en sessiz hâlidir. Çünkü kimse bunu ahlaksızlık olarak değil, “trend” olarak görüyor.
Bir nesil, yavaş yavaş kendi kültürünün sesini kısmaya, başka toplumların kırıntılarını taklit etmeye başlıyor.
Dilimiz değişiyor, davranışlarımız değişiyor, utanma duygusu bile “geri kalmışlık” gibi gösteriliyor.

Oysa bizim medeniyetimizde insan, karakteriyle büyür, gösterişle değil.
Bir insanın el emeğiyle kazandığı ekmek, milyonluk arabadan daha değerlidir.
Ama bugünün dijital düzeninde, bu sade doğrular “izlenmiyor” diye görünmez kılınıyor.

Kimliğini Korumak Bir Direniştir

Toplumsal yozlaşma bir anda olmaz. Küçük bir espriden, masum görünen bir videodan, bir “trend”den başlar. Sonra yavaş yavaş, “normal” kabul edilir.
Bugün “parası olmayan adam boş adamdır” diyene gülüp geçiyoruz; yarın, bu cümleye inanan bir toplum uyanıyoruz.

Amerika’nın dijital ekonomisi bu dönüşümün en belirgin laboratuvarı hâline geldi.
“Influencer economy” adı verilen sektör, Amerika’da artık yıllık 21 milyar dolarlık bir pazar. İnsanlar, üretmek ya da bir meslekte ustalaşmak yerine, “ürün tanıtarak zengin olma” hayaliyle yaşamlarını sanal bir vitrine dönüştürüyor.
Tüketim, bir yaşam biçimi hâline gelirken; sade, üretken, kanaatkâr insan tipi “görünmez” oluyor.
Aynı zamanda TikTok Shop ve Instagram Store gibi uygulamalar, sosyal medyayı sadece izlenme değil, alışveriş platformuna dönüştürdü. Kullanıcılar artık “bir izledim, bir tıkladım, bir satın aldım” döngüsüne hapsoluyor. Bu sistem, insana düşünme değil, tüketme refleksi kazandırıyor.

Bu noktada sorumluluk yalnızca içerik üreticilerinde değil.
İzleyen, beğenen, paylaşan herkesin elinde bir tuğla var. Ya bu duvara katkı sağlıyoruz, ya da duvarın yıkılmasına sessiz kalıyoruz.
Bir toplumun inançları, ahlakı ve değerleri; sadece yasalarla değil, bireylerin tercihleriyle korunur.
Kimliğini korumak, bugünün dünyasında bir direniş biçimidir.
“Batı’nın parıltılı ambalajları”, içi boş bir taklit kültürü sunuyor. Bizimse kendi özümüzde bin yıllık bir irfan birikimi var.

Bu yüzden soralım:
Biz kime benzemeye çalışıyoruz?
Ve neden kendimiz olmaktan utanıyoruz?

Bu sorulara vereceğimiz cevap, gelecekte nasıl bir toplum olacağımızı belirleyecek.
Bir gün çocuklarımızın ahlakı, YouTube trendlerinden değil, evlerimizdeki sohbetlerden beslensin istiyorsak; bu yozlaşmayı durdurmak, her birimizin görevi.

Çünkü unutmayalım:
Toplumun çöküşü, yanlışın alkışlandığı gün başlar.
Ve bazen bir “beğeni”, bir değerin sonunu getirir.

 

Yazarın sosyal medya hesapları

Instagram / aslihantoksoy

Facebook / aslıhantoksoy

Youtube / aslihantoksoy

X / aslihantksy

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve turkishpress.co.uk sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.